“Davacı vekili dava dilekçesinde davanın türünü belirtmeksizin fazlaya ilişkin haklarını saklı tuttuğunu belirtmiştir. Dava kısmi dava olarak açılmış olup sonradan davanın türünün değiştirilmesi mümkün olmadığından davacının sonra sunduğu dilekçe ile davasının belirsiz alacak davası olduğunu belirtmesi sonuç doğurmayacaktır. Dava kısmi dava olarak açılmıştır.”
YARGITAY 9. Hukuk Dairesi 2016/19225 E. , 2020/6825 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
YARGITAY KARARI
A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, davacının 2001 yılı Haziran ayından 2012 yılı Aralık ayına kadar 11,5 sene davalı iş yerinde çalıştığını, ücretlerinin uzun bir süredir eksik ödendiğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla mesai, ulusal bayram ve genel tatil, hafta tatili, yıllık izin ücret alacağı ve ödenmeyen ücret alacaklarını talep etmiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının 15.06.2001 tarihinde davalı şirkete ait işyerinde çalışmaya başladığını, davacının bildirimsiz olarak iş yerini terk ettiğini, davacının devamsızlık yapması üzerine 18.03.2013 tarihinde işten ayrılışının yapıldığını, davacı işyerini kendisi terk ettiği için kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanmadığını, davacının fazla çalışma alacağı olmadığını, yıllık izinlerinin bir kısmını kullandığını, zamanaşımı itirazında bulunduklarını savunarak, davanın reddini istemiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacının iş sözleşmesini fesihte haklı olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Taraflar arasındaki uyuşmazlık, mahkemece duruşmada tefhim edilen hüküm özeti (kısa karar) ile gerekçeli kararın hüküm sonucunun (hüküm fıkrasının) çelişip çelişmediği noktasında toplanmaktadır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297. maddesi uyarınca, mahkeme kararlarının;
a)Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini,
b)Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini,
c)Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri,
ç)Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini,
d)Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını,
e)Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi, içermesi gerekmektedir.
Aynı yasanın 298 inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince sonradan yazılacak gerekçeli kararın kısa karara uygun olması, tefhim edilen kısa karara aykırı olmaması gerekir. Aksi halde, yargılamanın aleniyeti ilkesi zedelenmiş ve mahkeme kararına güven sarsılmış olacaktır. Asıl olan tefhim edilen kısa karardır. Gerekçeli kararın kısa karara uygun olmaması, çelişki yaratır ve gerekçeli kararın yok hükmünde olduğu anlamına gelir.
Belirtmek gerekir ki, hüküm özeti (kısa karar) ile gerekçeli kararın hüküm sonucunun (hüküm fıkrasının) çelişmesi, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 10.4.1992 gün ve 1991/7 esas, 1992/4 kararı gereğince başlı başına bir bozma nedenidir.
Somut uyuşmazlıkta, Mahkemenin gerekçeli kararında hüküm altına alınan ücret alacağının kısa kararda hiç hüküm altına alınmadığı, bu durumda tefhim edilen hüküm özeti (kısa karar) ile gerekçeli kararın hüküm sonucunun (hüküm fıkrası) çelişkili olduğu anlaşılmakla, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.
3-Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacının fazla çalışma ücret alacağının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Davacı işçi fazla çalışma ücreti talebinde bulunmuş, davalı vekili ise davacının fazla çalışması olursa ücretinin ödendiğini belirterek fazla çalışma ücret alacağı talebinin reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece taraf tanıkları dinlenerek davacının fazla çalışma yaptığının kabulü ile fazla çalışma ücret alacağı talebi ile ilgili hüküm kurulmuştur.
Davacı işçi, başka bir işçi tarafından davalı aleyhine açılan Bakırköy 14. İş Mahkemesi 2014/328 E.-2016/235K. sayılı dosyasında davacı tanığı olarak dinlenmiş ve davacı “… İş yerinde haftanın 5 günü 08,00-18,00 saatleri arasında, Cumartesi günleri ise 08,00-16,00 saatleri arasında çalışıyorduk, nadiren pazar günleri de 08,00-16,00 saatleri arasında çalışıyorduk, hafta içinde haftanın 3 günü saat 18,00 den 21,00 e kadar veya daha fazla, fazla mesai yapıyorduk, Fazla mesai ücreti bankadan ödeniyordu, Bütün ücretlerimiz bankadan ödeniyordu, elden ödeme yoktu, bordro imzalıyorduk,….” şeklinde beyanda bulunarak fazla çalışma ücretlerinin ödendiğini açıklamıştır. Davacının tanıklığındaki ifadesi kendisi açısından bağlayıcı olacağından ve dosya kapsamı itibariyle davacıya banka aracılığıyla fazla mesai ödemesi bulunduğundan tahakkuk eden miktarı aşan fazla çalışmalar yazılı delille ispat edilemediğinden fazla mesai ücret alacağının reddi yerine kabulüne karar verilmesi hatalıdır.
4-Taraflar arasında uyuşmazlık, işçinin kullandırılmayan izin sürelerine ait ücretlere hak kazanıp kazanmadığı noktasında toplanmaktadır.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 59. maddesinde, iş sözleşmesinin herhangi bir nedenle sona ermesi halinde, işçiye kullandırılmayan yıllık izin sürelerine ait ücretlerin son ücret üzerinden ödeneceği hükme bağlanmıştır. Yıllık izin hakkının ücrete dönüşmesi için iş sözleşmesinin feshi şarttır. Bu noktada, sözleşmenin sona erme şeklinin ve haklı nedene dayanıp dayanmadığının önemi bulunmamaktadır.
Yıllık izinlerin kullandırıldığı noktasında ispat yükü işverene aittir. İşveren yıllık izinlerin kullandırıldığını imzalı izin defteri veya eşdeğer bir belge ile kanıtlamalıdır. Bu konuda ispat yükü üzerinde olan işveren, işçiye yemin teklif edebilir.
Somut uyuşmazlıkta, her ne kadar mahkemece davacının yıllık izinlerinin tamamını kullandığı ispatlanamadığı gerekçesiyle yıllık izin ücret alacağı hüküm altına alınmışsa da, davalı tarafca dosyaya bilirkişi raporu alındıktan sonra 15.07.2011 ve 30.10.2012 tarihli iki izin formu daha sunulmuştur.
Mahkemece bu kullandırıldığı iddia edilen yıllık ücretli izinlere yönelik bir araştırma yapılmamış ve yıllık izin ücret alacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak, sunulan yıllık izin belgelerinin hepsinin bir değerlendirmeye tabi tutulması gerektiği açıktır.
Bu nedenlerle, sonradan sunulan yıllık ücretli izin belgeleri de dosyadaki diğer bilgi ve belgeler ile bir değerlendirmeye tabi tutulduktan sonra yıllık izin ücreti alacağı hakkında karar verilmelidir. Eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir.
5-Dosya kapsamına göre; davacı vekili dava dilekçesinde davanın türünü belirtmeksizin fazlaya ilişkin haklarını saklı tuttuğunu belirtmiştir. Dava kısmi dava olarak açılmış olup sonradan davanın türünün değiştirilmesi mümkün olmadığından davacının sonra sunduğu dilekçe ile davasının belirsiz alacak davası olduğunu belirtmesi sonuç doğurmayacaktır. Dava kısmi dava olarak açılmıştır.
Davacı davasını ıslah etmiş, davalı vekili ıslaha karşı süresinde zamanaşımı def’inde bulunmuştur. Mahkemece davalı tarafından süresinde ve usulüne uygun olarak ıslaha karşı ileri sürülen zamanaşımı def’i ( ulusal bayram-genel tatil alacaklarında) değerlendirilmeden karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 01.07.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.